TÜRKÇÜLÜĞÜN ANAYASASI
TÜRKÇÜLÜĞÜN
ANAYASASI
Metin
CANSIZ
Türkçülüğün en belirgin özelliği; binlerce yıl önceki tarihini öne çıkarmak olmalıdır.
Türk tarihi ile ilgili alışılmış olanı değil, gerçek ve farklı olan ortaya çıkarılıp insanlarla paylaşılmalıdır.
Ziya Gökalp bu konuları irdeleyerek
gerçeklere gitmek istemektedir.
Özellikle irdelenmesi gereken
Türklerin kültürüdür. Bilim, tüm toplumsal sorunların çözümünü gerçekleştirebilecek
anahtardır. Bilim dışı olan her şey gerçek değil, sadece duygudan oluşmaktadır.
Milli kültür bir toplumun ulusal
kültürüdür, bu kültür yayılıp başka ulusları da kapsadığında uygarlık
oluşmaktadır. Türklerin tarihlerinde oluşturduğu uygarlıklar, Çin denizinden
Atlas okyanusuna kadar olan coğrafyayı ve Kuzey, Güney Amerika’yı
kapsamaktadır. Bu nedenledir ki tarihimiz binlerce yıldır devam ediyor ve
edecek diyoruz.
Uluğ, Başbuğ Atatürk yeni Türkiye Cumhuriyetini
kurarken Türklerin geçmişte oluşturdukları Türkçülüğün temel değerlerini esas
almış, Ziya Gökalp’in toplum bilim, düşün bilim çalışmalarından faydalanmıştır.
Türk Uygarlık Tarihi adlı yapıtı bu konuda önemli bir yapıttır. Bu yapıt
günümüzde de Türkiye’nin düşünsel yaşamını etkilemeyi sürdürmektedir.
Türkçülüğün ilk babaları Ahmet Vefik Paşa,
Süleyman paşa, Ali Suavi, Şinasi, Yahya Kemal, Namık Kemal ve daha birçok
düşünürlerimizdir. Cumhuriyet Türkiye’sinde Türkçülüğün öğrenilip öğretilmesinde
Türk Ocakları daha sonra Halk Evleri Kuruluşları öncülerdir. Daha sonra
alfabenin Ön Türk (Latin) alfabeye dönmesiyle Türk Birliğinden söz edilmeye
başlanmıştır. Yeni yani ön Türklerin alfabesini toplum çok kısa zamanda
kabullendi. Çünkü önceki dönemdeki okuryazar oranı sadece %6 civarındaydı,
insanlar yeni yazıyı eskiyi bilmeden öğrendikleri ve dil yapısına uygunluğundan
çok çabuk öğrendiler. Yusuf Akçura ve Ferit Bey Türk Birliği
öneriyorlardı. Bu tarihten sonra
Türkçeyi yeniden düzenlemek yabancı sözcüklerin dilden atılarak öz Türkçeye dönme
çalışmaları başladı. Ziya Gökalp ” Turan” şiirini yazarak Genç Kalemlerde
yayınladı. Bu şiir Türkçülüğün kıvılcımı oldu, bu şiirden sonra Ahmet Hikmet
bey, Halide Edip, Hamdullah Suphi Türkçülüğe büyük değer vererek kitaplar,
makaleler yazdılar, Fuat Köprülü Türkoloji alanında büyük bilim adamı oldu,
bilimsel eserleriyle Türkçülüğü aydınlattı.
Yakup Kadri, Yahya Kemal, Falih Rıfkı Atay, Halit
Refik, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarlar, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz Çamlıbel,
Yusuf Ziya, Nazım Hikmet, Vala Nurettin gibi şairler yeni Türkçeyi güzelleştirdiler.
Müfide Ferit Hanım da, değerli kitapları ve Paris’teki yüksek konferansları ile
Türkçülüğün yükselmesine büyük emek verdiler.
Türkçülük
Nedir
İnsan doğuşuyla hiçbir toplumsal duygu, düşünceyi
beraberinde getirmez. Örneğin; dil, din, davranış, estetik, politika, hukuk,
ekonomi alanına ait hiçbir duygu düşünce doğumla gelmez. Bunların hepsi doğum
sonrası eğitim yolu ile toplumdan alınır. Bu demek oluyor ki, toplumsal
özellikler kalıtımla geçmez, sadece öğrenimim yolu ile geçer. Irk sözcüğü
gerçekte bir hayvanbilim terimidir. İnsanlarda ırkın karşılığı millettir. Anatomik
özelliklerin insanların karakterleri üzerinde etkisi yoktur.
Bugünkü durum; toplumsal dayanışma, kültürdeki
ortaklığa dayanıyor. Kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması öğrenim aracılığı ile
olduğu için, kandaşlıkla ilgisi yoktur.
Toplumsal bilim şöyle diyor; insan en samimi, en
içten duygularını ilk öğrendikleri ile alır, eğitim doğum sonrası ilk işittiği
ninnilerle ana dilinin etkisiyle oluşur. Dolayısıyla en sevdiğimiz dil, ana
dilimizdir.
Yaşam değerlerimizin tümü; “Can’ımızdır”(Tin). Tüm
davranış biçimlerimizi, güzellik duygularımızı bu dil aracılığıyla alırız.
Zaten “CAN”( TİN); toplumsal duygular, davranış biçimleri, güzellik duyguları böylece
oluşmaktadır, sizce de böyle değil mi? Tüm bunları çocukluğumuzda hangi
toplumdan almışsak sürekli o toplumda yaşamak isteriz. Değerlerimiz bu biçimde
geliştiği için, bu toplum içinde fakir veya ne olursak olalım mutlu oluruz.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere millet; ne
ırkın, ne kandaşlığın, ne coğrafyanın, ne politikanın ne gücün, nede isteğin
belirlediği bir topluluk değildir. Çünkü insani değerlerimiz bedenimizde değil
canımızdadır (tin).
Millet;
dilce, davranışça, güzellik duygu anlayışıyla birlik olan, ayni eğitimi almış
insanlardan oluşan bir topluluktur.
Türk, bir milletin adıdır, millet, kendisine özel
bir kültüre sahip olan topluluk demektir. O halde Türk’ün yalnız bir dili, bir
tek kültürü olabilir. Türklerin yaşadığı coğrafya çok geniş bir alanı kapsamaktadır,
dolayısıyla özünde aynı ancak ayrıntıda küçük farkları olan yaşam ve
davranışlar, güzellik duyguları bu
toplumları bir araya getirmeye engel değildir. Buna biz Turan diyoruz. Turan,
Türklerin geçmişte birkaç kez gerçekleştirdiği, gelecekte de gerçekleşmesi
mümkün olan büyük vatandır. Turan, Türk ülkelerini hepsini içine alan Türk
topluluğudur.
Ulusal
Kültür ve Uygarlık
Ulusal kültür toplumsal yaşam demektir. Toplumsal
yaşamı oluşturan ögeler şunlardır; dil, davranışlar, hukuk, akıl, kurgu,
tasarım, güzelduyu(estetik), doğa bilgileri, ekonomi, inanç, bu olguların tümüne
ulusal kültür adı verilir. Ulusal kültür bir ulusa aittir, ancak uygarlık uluslararasıdır.
Örneğin; Anadolu-Türkistan ulusları arasında ortak bir Ulusal Uygarlık(Anadolu
Uygarlıkları) vardır. Bu uygarlıklar içinde birbirlerinden ayrı ve bağımsız
olmak üzere Türkiye kültürü, İran, Azerbaycan, Kazakistan, Türkistan,
Kırgızistan, Türkmenistan, Kırım Tatarları, Çerkez, Altay kültürleri ve daha
birçokları barınmaktadır.
İkinci olarak, uygarlık, yöntem aracılığı ve
kişisel isteklerle oluşan toplumsal olayların bütünüdür. Kişisel istek ve davranışlar
bir bütünü oluşturur. Bunlar bilgi, bilim, kavramların toplamı, uygarlık
dediğimiz şeyi oluşturur, yapay değil doğaldırlar. Örneğin; Osmanlıca yapay bir
dildir yaşayamamış yok olmuştur, ancak Türkçe doğal bir dil olduğu için ne
kadar geri bırakılırsa, önemsenmezse, yönetimlerce sahiplenilmese de kültürümüzün
dili olarak çok güçlü bir biçimde yaşamış ve yaşayacaktır.
Atasözleri, deyimleri doğrudan doğruya halkın
bilgece sözleridir. Halk şiirleri, koşmalar, destanlar, maniler, türküler, halk
masalları, karagöz oyunları, bilmeceler, fıkralar, halk tiyatrosu Türk halkının
gerçek duyguları ile ürettiği eserlerdir.
Osmanlı edebiyatı ise; taklitle yapılmış gazel, başka
dillerden aktarmalar, sözcükler, alafranga şiirlerden oluştuğu için halk
tarafından kabul görmedi ve yok oldular.
Bakın Kaşkarlı Mahmut kitabının “Türk” maddesinde ne
diyor: Diyor ki, Türk’te böbürlenme ve övünme yoktur. Türk, büyük
kahramanlıklar ve fedakârlıklar yaptığı zaman, bir olağanüstülük yaptığından
habersiz görünür. Kaşkarlı Mahmut tarihte ilk sözlük yapandır.
“GERÇEK
TÜRK; DOĞAYA İNANAN, GÜVENEN, İYİMSER, UMUTLU VE GÜÇLÜDÜR”
Türk tarihi bilindiği üzere, Çin denizinden Atlas
okyanusuna kadar bin yıllarca sürmüş ve sonsuza kadar da sürecektir.
Japonya’nın kuzeyinde ki SAKALİN adasının adı SAKA’lardan gelmekte ve bin
yıllar önce Bering boğazından geçerek tüm Amerika’da Aztek, Maya, İnka
uygarlıklarını kurmuşlar, ALASKA adı da SAKA’lardan gelmektedir. Ancak Kuzey
Amerika’daki en az 70 Milyon (Saka Türkü) yerli Kızılderililer, uygar Avrupalı
dedikleri İngiliz, Alman, Fransız, İspanyol katiller tarafından derileri
yüzülerek yok edildiler, üstelik yaptıklarını film yaparak yerküre insanlarına
gösterdiler. Anadolu(Türkdolu), Türkistan ve çevresinde ise uygar denilen
Avrupalılar çok büyük bedeller ödeyerek, tarihi Anadolu eserlerini kazarak,
çalarak veya satın alarak Amerika ve Avrupa’ya götürdüler, şimdi oralarda
Müzeleri gezerseniz neredeyse tamamı Anadolu eserleridir. Bu eserleri
çıkarırken telaş ve bilgisizlik yüzünden kırıp parçaladılar. Kendilerinde tarih
olmayan toplumlar nasıl arkeolog olurlar, buyurun siz karar verin. Devşirme
zorlama Osmanlı yönetimi ise bunlara, alın götürün demiş veya görmezden
gelmiştir. Tarihi kültürün farkında değillerdi. Yönetenlerin hepsi Osmanlı,
yönetilenlerde Türk sınıfıydı, üstelik Türklere (eşek Türk) diyorlardı. Türk
köylerine resmi bir kişi geldiğinde Osmanlı geliyor diye herkes kaçardı.
“Türklerin
İslamlıktan önceki inanışlarında Gök Tanrı vardı ve Ödül Tanrısıydı.
Cezalandırmaya karışmazdı” İnsanların cezalandırılmak için dünyaya geldiklerine
inanmazlardı.
Türklerin Gök Tanrı inancında katı sofuluk ve
ibadet yoktu, estetik(güzelduyu) ve güzel davranış törenleri çoktu. Bu konuda
Yunus Emre okumak yeterlidir. Eski Türklerde, Türk Tanrısı barış ve barışıklık
Tanrısı idi. Eski Türk inancının özünü gösteren “İL” sözcüğü barış anlamına
geliyordu. “İLCİ” barışçı demek olduğu gibi, İLHAN Barış Hakanı demekti. Türk
İlhanları Mançurya’dan Macaristan’a kadar sürekli bir barış ortamı sağlayan,
barışsever öncülerdir.
Anadolu’da; Göbeklitepe, Çatalhöyük, Alacahöyük, Asya’da; Issık(Saymalıtaş), Turfan, Babür(Hindistan), Mezopotamya’da; Sümer, Babil, Elam, Akad, Avrupa’da; Etrüsk, İskit, Saka, Hun, Amerika kıtasında; Maya, Aztek, İnka kazı ve buluntu yerleridir. Oluşum eldeki bulgulara göre; özellikle son buzul çağı sonrası başlamıştır, ancak daha önceleri de başlamış olması olasıdır. Bununla ilgili yeni buluntular da vardır.
İşte bu anlatılanlar Türk evrensel uygarlık
özellikleri ve birikimleridir. Ancak en önemlisi tüm bu yapılanları halkın
kendisinin yapmış olmasıdır. Bilindiği üzere yer kürede birçok imparatorluk, devlet,
kabile vb. gibi geldi ve gitti, bunların asıl gidiş nedenleri halka bağlı
olmamalarıydı. Halkın eseri olmayan hiçbir şeyin uzun ömürlü olması olası
değildir. Kendi halkına önem vermeyen ikinci düzeyde tutan, Türk eşektir diyen
yönetimler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar yok olmak durumundadır ve
bilindiği gibi; Mısır, Büyük İskender, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı bu
nedenle yok oldular.
Buradan
şunu söyleyebiliriz: Türk halkı; kendi toplumsal töresinden
ve öz kültüründen asla kopmamalıdır. Batılılaşmanın insanlık için felaketler
getirdiği 20. ve 21. yüzyıllarda görülen, açlık, kıtlık, yerkürenin her yerinde
çıkarılan insani ve parasal savaşlar, yerkürede tek devlet düzeni kurulması
için yapılan acımasız yok etme istekleri, düşünen insanların, doğanın yok
edilmesi, iklimsel değerlerin bozulması çok açık ortadadır ve daha da kötüye
gitmektedir.
Türk halkı; vatanına gelecek her türlü saldırıya
hazır olmalı kendine sahip çıkmalıdır.
Türk halkı; yerküre çakma bilginlerinden
gelebilecek izmlere bakmamalı, kendi geçmişinden gelen insani değerlerinden
asla taviz vermemeli, yerkürenin sanatsal, toplumsal, bilimsel altyapılarının
farkında ve ilkleri olduğunu öğrenmeli ve bilmelidir.
Türk halkı; töresinden gelen gök tanrı inancının
bilincinde olmalıdır. Gök tanrı iyilik içindir, ceza vermek için değildir. Doğa
ceza verilmek için oluşmamıştır. Oluşum ve yaşam kaynağıdır.
Türk halkı; tüm insanlarına toplumsal Türk
töresini doğru bir şekilde öğretmelidir.
Türk halkı; başka kültürlere (dil, davranış,
hukuk, akıl, kurgu, tasarım, güzelduyu(estetik), doğa bilgileri, ekonomi, inanç)
gereksinimi olmadığını, kendi kültüründen ayrılmanın yok olmak demek olduğunu
bilmelidir.
Türklerin
töresi; (Gizli Anayasası) adalet,
eşitlik, iyilik-faydalılık, sevgi-hoşgörüdür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları başta Uluğ
Başbuğ Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, nasıl bir yönetim olması gerektiğini
tarihimize sormuşlardır, hiçbir davranış, yazılan ve oluşturulanlar
kendiliğinden ortaya çıkmamış, tarihsel, toplumsal, siyasi, felsefi, sanat,
bilim ve devletleri ilgilendiren değerler çok derin araştırma ve incelemeler
sonucunda birleştirilerek Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Kurulacak
Cumhuriyete yön verecek kurallar Cumhuriyet Halk Partisinin amblemi olan
“ALTIOK” altında toplanmış ve uygulamaya koyulmuştur. Altıok ana hatlarıyla
Türklerin Töresidir. Türklerin binlerce yıllık devletler, uygarlıklar,
imparatorluklar, sanat yetkinliği töresinden gelmektedir.
Ulusal
Dayanışma
Türkiye yerküre üzerindeki yerleşimi kıtalararası
köprü niteliğindedir. Bu nedenle bin yıllardır çok çeşitli insanlığa ev sahipliği
ve köprü görevi yapmış, üretilenler çoğunlukla yakılıp yıkılmış, doğa oluşumlar
da bu yıkımlara katkı koymuş, 1281 yılından beri bu ülkeye 106. bölme parçalama
tasarlanmış ve insani ve maddi çok zarar görmüştür. Son tasarı 15 Temmuz 2016
yılında uygulamaya konulmuş, ancak yine başarılamamıştır. Bu tür tasarıların
devamı olabilir. Bu toprakların insanları beceriklidir, zekidir, çalışkandır,
kıvrak zekâlı ve uyumludur. Toplum kendi
içinde ve dışarıdan çok yoğun hareketlilik yaşamakta, sürekli yeni göçlerle
toplum yapısı, eğitimi çok engellerle karşılaşmakta ve bunların üstesinde
gelmeye çalışmaktadır. Bunun yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin ve çevresinin yer
altı, yerüstü kaynakları, yıllık güneş alma miktarı, iklimi, tarihi eserleri,
kurduğu uygarlıkların ürettikleri tarih boyunca göz kamaştırmış çevre ülkeler
bu topraklara sahip olmak istemişlerdir. Bugün de böyledir.
Bu toprakların insanları yukarıda konu ettiğimiz
TÖRE’ ye bağlıdır ve bu töre ile doğmuş, yetişmiştir. Bu özellik insanları
birbirlerine bağlamakta böylece yaşam kesintisiz devam etmektedir.
Ancak doğum, yetişme, yaşam biçimimiz aynı
olmasına rağmen çeşitli dayanışma sorunları yaşamaktayız.
Ulusal dayanışmanın güçlendirilmesi toplumsal
düzenin ve ilerlemenin, ulusal özgürlük ve bağımsızlığın temelidir. Ulusal
dayanışmanın güçlendirilmesi için de; öncelikle yurt, uygarlık ve mesleki değerlerin
yükseltilmesi ve güçlendirilmesi gerekir.
Yurt sevgisi, insan sevgisi ve saygı olmazsa olmazlarımızdır.
İnsanlar birbirlerini, mesleklerini, yaptıkları işleri, yerküreyi, güneşi,
gökyüzünü, yeryüzünü sevmeli saygı duymalıdırlar. Bunların oluşabilmesi eğitim
ve kültürel kurumlarımız çok güçlü ve işlevsel olmasına bağlıdır. “Türk
Üniversiteleri, Türkoloji Enstitüsü, Türk Tiyatroları, Türk Halk Tiyatroları, Türk
Arkeolojik Müzeleri, Türk Etnografya Müzeleri, Milli Kütüphane, Türk Halk
Kütüphanesi, Milli Tarih Kütüphanesi, Türk Konservatuarı, Türkiye İstatistik
Genel Müdürlüğü, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, tüm tarihi eserler ve Ören
yerleri bunlardan sadece bir kaçıdır.“ Anadolu’nun tamamı ve çevresi tarihi
yaşanmışlıkları ile Arkeolojik ve Etnografig müzedir. Koruma amaçlı tüm
Anadolu’nun üstü mümkün olsa kapatılmalıdır. Bu sonsuz sayıda oluşumun sahibi
olan bizler önce kendimizi kutlamalı, sonrada sahip olduğumuz bu değerleri ve
kendimizi korumalıyız. Türklük nedir diye soruyorlar; işte Türklük yukarıda
sayılanların hepsinin toplamıdır. Bu sonsuz değerdeki olanaklar insanlarımızın
malıdır, özüdür, canıdır. Yapılması gereken tek şey, yurt, insan ve tüm değerler
sevgisi ve saygısıdır. Bu değerler dayanışma için çok gereklidir. Yurdumuza içeriden ve dışarıdan saldırılar
hep olmuş ve olacaktır, bu saçmalıkları önlemenin tek yolu “DAYANIŞMADIR”, var
olan gücümüzün farkında olmaktır.
Ulusal
Kültür, Uluslararası Uygarlık
Halk; tüm güzel şeylerin hazinesidir, müzesidir. Gelenek,
insanların insanlara aktararak getirdiği değerlerdir. Sözlü ve yazılı yazın,
dil, müzik, inanış, davranış, estetik (güzelduyu), üretilenler, kullanılanlar
hepsi halkın eseridir ve bundan dolayı demokratiktir, eşitlikçidir, doğaldır. Ulusal
kültür budur. Birde zorunlu ama gösterişsiz, içten, aşk ile severek oluşanlar:
iyi bir eğitim almak, tabii bilimleri, güzel sanatları, yazını, felsefeyi,
bilimi, hiçbir katı köktenci unsur katılmamış dini, özel bir duyuş, düşünüş ve
yaşayış biçimini öğrenerek uygulamak vardır. Bu ise uluslararası kültürdür. İnsanlar,
başka ulusların kültürlerine de tanık olur onları da sevmeğe ve yaşamağa
çalışır. Türkçülük karışık kozmopolit değildir. Zaten uygarlıklar da bir değil
birçoktur. Her uygarlığın kendine özgü topluluğu yani bir kültür topluluğu
vardır. Bu kültür toplulukları kişilerden değil, uluslardan oluşur. Dolayısıyla
uluslararası demek, onun içinde olan bütün ulusları kapsayan ortak bir
uygarlığın olduğu ve tek tek ulusların da kendi milletine ait kültüründen
oluşmuş bir karma güzelliktir. Türkçülük bugün şunu yapmalıdır, kendi öz
kültüründen asla vazgeçmeyerek, “çünkü yerkürede en eski saf katışıksız insanlığın
özü kendisindedir,” ancak bazı eksik kalınmış yenilikleri de almalıdır. Evren
ve yerküre sürekli döngü içinde, yaşamak için insanlar da, uluslar da
kendilerini yenilemek durumundadır. Sürekli aynı yemek yiyilemeyeceği gibi
sürekli aynı kültür ve uygarlık içinde yaşamak da olanaklı değildir, evrende
olduğu gibi değişiklik olmalıdır. Ancak ulusal kültür halkın öz malıdır, bu
nedenle asla kaybedilmemelidir. Biz gönlümüzü, tarihten beri, ulusal
kültürümüzle oluşturduk. Bizim için yerküre güzelliği, ulusal kültürümüzün güzelliğidir.
Bize göre Türk kültürü yerküreye gelmiş ve gelecek olanların en güzelidir,
çünkü adalet ve eşitlik ile başlar faydalılık, sevgi ile devam eder. Doğaldır
ki; her ulusun eksikleri vardır, ulusal ve evrensel o eksikleri tamamlamak
bizim en önemli görevimizdir. Başka kültür ve uygarlıkları almamıza asla gerek
yoktur. Bilim doğa demektir, doğayı ve insanı anlamak için, onu her zaman ve
her yerden almalı, kültürel zenginleşmeliyiz. Alacahöyük, Çatalhöyük, Göbeklitepe,
Sümer, Asur, Babil, Elam vb. gibiler hepsi bizim kültürümüzdür. Böyle güzel
kültürlerin ürettiği sonsuz sayıda eserler de bizimdir. Aztek, Maya, İnka
uygarlıkları da bizimdir, çünkü aynı kültür özelliklerini taşımaktadır. En
önemlisi de Türkçedir, Türkçe ses ve eklemeli olması özellikleriyle yerkürenin
en eski ve en güzel dilidir.
Dilde
Türkçülük
Ziya Gökalp; Türkiye’nin milli dili “İstanbul
Türkçesidir” demiştir; bundan hiç şüphe olmasa gerek, ancak konuşma, okuma,
yazma aynı kurallar içerisinde olmalıdır. Yukarıda da konu ettiğim gibi bu
güzel dilin değerini anlamalı ve vermeliyiz. Zaten Uluğ Başbuğ Mustafa Kemal
ATATÜRK 1928 yılında Arap alfabesinden öz Türk alfabesine geçerek ve Türk Dil
Kurumunun kurulmasıyla bu durum gerçekleşmiştir. Ancak bu güzel sesli dil
mümkün olabildiğince Türkçe köklerden üretilmiş sözcüklerle süslenmelidir. Bir
sözcüğün dil içerisinde kabul görmesi yüz yıl almaktadır. Türkler çok üretici
bir millettir. Ürettiği, üretebileceği sözcükleri kullanmayıp diğer suni olarak
oluşmuş dillerden sözcük alması dilinin bozulacağını farkında olmalıdır. Halkın
konuştuğu, yazdığı dil kendi malıdır, bunun dışında sözcüklere uyum sağlamak
derdini anlatmak yeterli yazma, anlatmada eksik bırakır. İnsanların dilinden
kopması, özünden kopmasıdır, bu yüzden birçok insanımız kendini ifade ederken,
anlamı olmayan “şey” sözcüğünü kullanmaktadır. Bu yozlaşmadır, kendini
anlatamamaktır. Dilini kaybeden kültürünü kaybeder, kültürünü kaybeden ülkesini
kaybeder. Türklerin binlerce yıllık dil, kültür, uygarlıklar birikimi vardır.
Doğaldır ki bu süre içinde yüz binlerce sözcük konuşulmuş, yazılmıştır. Kullandığımız
bu sözcüklerin birçokları yöresel kullanılmakta, birçokları fosilleşmiş, birçok
da yeni sözcük üretilmiştir. Fosilleşmiş birçok sözcük dil bilimcilerce
araştırılmalı ve dile kazandırılmalıdır. Çevirmen Ebru Erbaş; yerküre
dillerinde ne kadar söylenecek söz, ses varsa, Türkçe bu sözleri en güzel
anlatabilecek dildir diyor.
Bugün kullandığımız alfabe; binlerce yıl öncesi dönem
insanlarının(sanatçılarının) mağaralar
ve dağ doruklarında kayalar üzerine çizdikleri, çizgisel insan duruşları, (
ayakta, oturarak, kollarını açarak vb.) zaman içinde evrimleşti, harfler
biçimine dönüşerek oluştu. Halktan olan sanatçılar; konuşarak, çizerek,
yazarak, resimlerini yaparak, doğal kültürlerini oluşturdular. Dikkat ederseniz
Türkler; yabancı dilleri en kısa sürede öğrenebilen, özelliklerde en güzel
konuşup yazabilen insanlardır. Tanık olmuşsunuzdur, yabancılar
yeteneksizliklerinden yıllarca Türkiye’de yaşasalar da Türkçeyi öğrenemiyor ve
doğru konuşamıyorlar.
Türkçe’nin
Geliştirilmesi
Türkçe yerkürenin en eski, en güzel ve en güçlü
dilidir; Ziya Gökalp söyle diyor; “
ulusal deyimler, dilimizin güzelliği, zenginliği, hazinelerini oluşturur. Halk
kitapları, halk masalları, halk şiirleri ve atasözlerinde bu gibi deyimlere ve
dil özelliklerine çok rastlanır. Özellikle Dede Korkut Kitabından, bu bakımdan
çok yararlanabiliriz. Çünkü bu kitap, Oğuzların “İlyada”sı niteliğindedir ve
dili eski Oğuzcadır. Demek ki bize özgü Türkçe’nin anasıdır. Bugünün Türkçesi
ile yazılır, diğer Türk lehçeleri ile yapılacak karşılaştırmalarda, bize Türk
ağızlarının birçok ortak özelliklerini gösterebilir. Örneğin Orhon Kitabesinde
işimi, gücümü kime vereyim? İlim, törem hani? Beyli budunlu gibi deyimler
görüyoruz. Bu deyimlerin ilki dilimizde hala (iş, güç) biçiminde kullanılır,
ikincisinin biçiminde birçok deyimlere rastlıyoruz: Oymağımız, töremiz,
yurdumuz, ocağımız, evimiz, barkımız, soyumuz, sopumuz gibi. Üçüncüsüne
benzeyen deyimlerimiz de şunlardır: İrili ufaklı; büyüklü küçüklü.
Bunlardan
başka, Kırgız Kazaklarının Manas Destanı, diğer Türk ağızlarının masalları,
şiirleri bize yöresel konuşulan Türkçe ile ortak özellikler gösterir.
Ziya
Gökalp, Avrupa dillerinden yeni sözcükler ve uygarlık alınmalı çünkü onlarla
birleşeceğiz diyor. Bu çok anlamsız Avrupa daha birkaç yüz yıldır oluştu,
Türkiye ise binlerce yıldır var. Dili, töresi, uygarlıkları ile tüm yerküreyi
etkilemiş ve kurucu olmuştur. Nasıl olacak ki daha çok yeni oluşmaya başlayan
oturmamış, temelleşmemiş, nereye gidebileceği belli olmayan ülkelerden dil,
sözcük ve uygarlık alalım. Teknolojik gelişmelerden dolayı yeni sözcüklerin
üretilmesi kesinlikle doğrudur. Ancak yeni gelebilecek sözcüklere gümrük duvarı
koyulmalı “Öz Türkçeye dönüştürülmeli ve bu biçimiyle kullanıma girmelidir.
Örneğin; kompüter yerine bilgisayar, slayt yerine yansı nasıl kullanımında
hiçbir sorun olmadığı gibi. Türkçe eklemeli dil olduğundan köklerinden sonsuz
sayıda gerçekleri ifade edebilecek sözcük üretilebilir. Osmanlı’nın kendisini
Türk kabul etmemesi, Türk sanatına, diline, töresine, ekonomisine, ticaretine,
sanayisine, üretimine, topluma, bilime yeteri kadar ilgi göstermemesi kendisini
ve Türk toplumunu geriletmiş yok etmeye götürmüştür. Bu konularda yeteri kadar
ilgili olunsaydı, şimdi yerkürenin en gelişmiş ülkesi biz olurduk. Zaten,
yerkürede tüm imparatorluklar, ulusal ülkeler arasındaki dil, kültür
uyumsuzluğu nedeniyle yok oldular. Türkler, Yerkürenin her yerinde var. Çünkü
akıllı, becerikli, üretken, çok eskiden gelen sanat, uygarlık oluşumlara ve
yerkürenin en güzel ülkesine sahibiz. Daha ne istiyoruz! Kendimize güvenmeli ve
onurlandırmalıyız.
Türk “halkının”
bildiği ve kullandığı her sözcük Türkçedir. Halk için sevimli, yapay olmayan
her sözcük millidir ve bu halkındır. Bir milletin dili, cansız köklerinden
değil, canlı yapısından ve kullanımlarından, canlı bir yapı olarak kurulmuştur.
Ön Türkçe
incelendikçe, birçok fosilleşmiş sözcük bugünün Türkçesine katılacak ve dil
daha da zenginleşecektir. Son yıllarda yapılan çalışmalar sözlüğümüzde 124 000
sözcük bulunduğu ve yöresel kullanılan sözcüklerle 600 000 olduğunu ortaya
koyuyor.
*******************************************************
Estetik
Türkçülük
Türklerde
Estetik (Güzel Duyu)
Ön Türklerde estetik(güzel
duygu) zevk(hoş duygu, duyum) çok yüksekti. Doğu Türkistan Turfan’da bulunan
mermer heykeller, kilometrelerce yeraltı tünelleri, Issık Saymalıtaş’taki 96400
adet kaya resimleri, taşbabalar, balballar, yazılı dikili kayalar, dini
yapılar, saraylar, türbeler, köprüler, çeşmeler, yeşim taşından yapılmış süs ve
savaş eşyaları, altın takılar, altın adam elbisesi bunlardan sadece bazılarıdır.
Sayılamayacak kadar çok ve Mançurya’dan Atlas okyanusuna, Mısır, Kuzey ve Güney
Amerika bu eserlerle doludur. Türkmen kızlarının benzeri olanaksız güzellikteki
halıları içgüdüsel, usta çırak ilişkisi içinde ürettikleri eserlerdendir. Türk
masalları, halk şiirlerinin güzelliği, Türklerin güzel duyu alanında büyük bir
yeteneğe sahip olduklarını gösterir. Türk sanatçılar ürettikleri sanat eserleriyle
bugün yerküreye örnektirler. Geçmiş 1000 yıldır bu ülkeler hurafelerle,
padişahlıkla yönetilmesi nedeniyle sanatta ve bilimsel alanda olması gereken
kadar ilerleyememiştir. Gelecekte; becerikli, zeki, çalışkan, mutlu, özverili,
uyumlu insanlarımız geçmişteki büyük deneyimlerimizden faydalanarak çok önemli
gelişmeler sağlayacaktır.
Şiirde
Ölçü
Türklerde tarihten
gelen halkın kullandığı, duygulandığı, neşelendiği, kendini en güzel anlattığı
ölçü, hece ölçüsüdür. Günümüzde de kullanılmaktadır. Tarihteki sanatçılarımız
genellikle bu ölçüde yazmışlar, Kaşkarlı Mahmut’un sözlüğündeki Türkçe şiirler,
hep hece ölçüsündedir. Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Âşık Ömer, Dertli,
Karacaoğlan, Ahmet Yesevi vb. gibi. Sonraları diğer dillerden dilimize giren
ölçülerle de şiirler yazılmıştır, ancak halk bu ölçülere yeteri ilgiyi
göstermemiştir, bugün genel olarak, halkın hoşlandığı serbest biçimde, içinde
insanın olduğu lirik şiirler yazılmaktadır.
Türklerde
Edebiyat(yazın)
Türklerde yazın;
tarihten gelen yazın ve Türk kültürünün derin ve sonsuz olanakları ile gelişti
ve gelişiyor. Benim inancım şöyledir; bizi en çok etkileyen, duygulandıran,
çağrıştıran yerkürenin en eski, en güzel dili ve alfabesi, kendi öz kültürümüzdür,
kendimizi ancak en güzel böyle anlatabiliriz. Diğer diller kendimizi anlatmak
için yeterli değildir, zaten gerekte yoktur. 1000 yıllık uyku dönemi sona ermiş
artık kendimizi bilmenin, değer vermenin zamanıdır. Çevirmen Ebru Erbaş,
yerkürede ne kadar söylenecek söz varsa, bu sözleri en güzel anlatabilecek dil
Türkçedir diyor. Türkçe için daha başka ne söylenebilir ki. Neticede en eski
kurallı batı dili Dante tarafında oluşturulan dil İtalyancadır, bu dil ancak
1200-1300 yıllarında oluşmuş ve çok yenidir. Daha sonra diğer batı dilleri
oluşmuştur. Görüldüğü gibi çok yenidirler.
Halk
edebiyatı(yazını) nedir diye bakacak olursak sırasıyla; Önce masallar,
fıkralar, efsaneler, övgüler, uydurma hikâyeler, arkasından; atasözleri,
bilmeceler, daha sonra; maniler, koşmalar, destanlar, ilahiler, sonrasında; Dede
Korkut Hikâyeleri, Âşık Kerem, Şah İsmail, Köroğlu, Çenk nameler, Yunus Emre,
Kaygusuz, Karacaoğlan, Dertli ve Karagöz, Nasrettin Hoca gibi canlı yazınlardır.
Edebiyatımız temel unsurları bunlardır, bunlardan esinlenerek yeniyi oluşturmak
gerekir. Çok zengin bir geçmişimiz olması geleceğimizin güvencesidir. Kültür ve
uygarlıklarının nüvesi Sümer, Babil, Akad, Elam, Mısır, Alacahöyük, Çatalhöyük
ve Türkistan’dır. Daha çok araştırıp bin yıllardır oluşanları bugüne ve
geleceğe taşımalıyız. Bu durum sanat, toplumbilim, yerbilim, tarih, düşünbilim
ve tüm bilim dalları için de geçerlidir. Edebiyatta romantizmin esası halk
edebiyatlarıdır.
Ulusal
Müzik
Ulusal müziğimiz halk
müziğidir. Halkın, bireylerin içinden içselleşmiş, doğal olarak kendiliğinden
çıkmış müziktir. Ona özgüdür, aynı örümceğin içinden patlayarak çıkan malzeme
gibi, o malzeme içseldir, onun beslenip yaşama nedeni ve korunma nedenidir. Bu
yüzden bin yıllardır yaşamış ve yaşayacaktır. Yöresel, ulusal ve
uluslararasıdır. İnsanların tüm duygularını dışa vurmalarıdır, liriktir(esin
dolu, coşkulu, coşkun), insanidir, katışıksızdır, imge yüklüdür, tutkuludur,
heyecanlıdır vb. gibi. Söz, çalgı, mimik, ıslık, beden dili ile vb. yorumlanır.
Türk kültürünün oluşturduğu, bulduğu ve kullandığı tüm müzik aletleri özgündür,
halkın malıdır.
Diğer
Sanatlarımız
Diğer sanatlarımız;
tümüyle halk tarafından oluşturuldukları için, tamamen ulusaldır. Halk
oyunları, mimari, ressamlık, marangozluk, demircilik, çiftçilik, boyacılık,
halıcılık, kilimcilik, halkın içinden gelen sanatlar. Sanatta Türkçülük bu
sanatların hepsini benimsemiştir, çünkü halkın kendi malıdır. Tüm
sanatçılarımıza şunu söylemek isterim; kendi öz, halkımızın içinden doğal
olarak çıkan bütün değerlerimize sahip çıkılmalı, bu değerler geliştirmeli,
bilimselleştirilmeli tarihte olduğu gibi yerkürede gerçek söz sahibi olunmalı, özünü
bozmadan yeni teknik ile yapılacaklarla insanların tüm gereksinmeleri kendi öz
kaynaklarından karşılanmalıdır. İlk kök boyalar da ülkemizde üretilmiştir,
şimdi bıraktık dışarıdan alıyoruz.
Ulusal
Zevk ve İşlenmiş Zevk(hoş duyum, duygu)
Her millette güzellik
anlayışı farklıdır. Taklit yaşamamak için milletler kendi güzellik
anlayışlarından vazgeçmemelidir. Eğer ki bir millet kendine özgü ulusal güzel
duyularından uzak kalırsa taklitçi durumuna düşer. Türkiye Cumhuriyeti öncesi
yapılanlar taklittir bu yüzden kalan eser yoktur. Halkın içerisinden çıkmayan
halkın malı olamaz ve yaşayamaz. Bugün bu sıkıntıları çok ciddi bir şekilde
yaşıyoruz. O halde bundan sonra yapılacaklar kalıcı olması halkın malı olması
için kendi öz kültürümüzle oluşturduğumuz sanat yapıtları olmalıdır. Eserden
halk hoşlanmalı baş tacı etmelidir. Eser halkın güzel duyu istekleriyle
donanımlı olmalıdır ki yaşayabilsin.
Yerkürenin en güzel
eserleri bu coğrafyada geçmişte de bizim atalarımız tarafından yapılmış, bugün
ve gelecekte bu yapılan eserler hep sevilecek kabul göreceklerdir. Bu eserler
yerküre genelinde hoş görünmekte çalınmakta, en değerli müzelerde
sergilenmektedir. Özelliklidir saygı duymak, kıymetini bilmek gerekir. Son
birkaç yüzyıldır batıda üretilen tüm eserler Anadolu kaynaklıdır, esinlenme Anadolu’dur
özü, temeli buradadır. Buradan anlaşılmalıdır ki mal sahibi olan bizlerin zevki
(güzel duyusu), bu güzel duyuların varlığı ve işlenip yeni eserler üretilmesi,
bizim varlığımız ve kültürümüz ile olmuştur.
Batılılar, tüm sanat dallarında
dini yapıtların dışında hiçbir yenilik üretememişlerdir. Ürettikleri halktan
kopuk olan düşünce, toplum bilim denemeleri ve silahlarla insanları ve doğayı
yok etmek olmuştur. Tüm insanlık bunun sıkıntısını çekmektedir. Yaptıkları ve
ürettikleri saygı duyulacak değil, bilimi Anadolu ve çevresinden taklit edip
kullanarak insan ve doğayı yok etmektir. Son yıllarda ürettikleri “YENİ DÜNYA
DÜZENİ”, “TEK DÜNYA DEVLETİ” (Atatürk bu
konuda böyle bir şey olamaz insanın doğasına aykırıdır demişti) uydurması,
bir sistemle yerkürenin her tarafı yanıyor milyonlarca insan ve doğa yok
oluyor. Tüm sanat eserlerinin kaynağı Anadolu, Mezopotamya, Türkistan, Mısır ve
çevresidir. Başka yerlere mal etmek yanlıştır.
Türkçülükte
Davranış (İyi ve güzel olan nitelikler, tutum ve davranışların tümü)
Milletler;
ulusal kültür, uygarlık alanlarında farklı alanlarda farklılık gösterirler.
Kimi; hukukta, dinde, yazında, ekonomide, müzikte, düşüncede, ahlakta
başarılıdırlar.
Türkler; “Ahlak”(iyi, güzel, nitelikleri olan
tutum ve davranışların tümü) değerlerinde her zaman başarılı olmuşlardır. Bu
bölüm, Türklerin çeşitli güzel nitelikleri anlatacağız. Türkler; bilindiği
üzere tarihte ve şimdi içinde barındırdığı kendinden olmayan ancak bu
toprakların insanlarına hiçbir zaman farklı davranmamış, özelliklede ayrıcalık
tanımış, askere almamış, dini, mali ve toplumsal özerklik tanımıştır. Ancak bu
azınlıklar Türkiye karşısına sömürgecilerle işbirliği yaparak maddi manevi Türkleri
boğmaya yok etmeğe çalışmışlardır. İki tarafın davranışları açıkça ortadadır.
Örneğin bugünkü Yunanistan 46000 Türk insanın kanları üzerine 1821 yılında
kurulmuştur. Durum kısaca şöyledir; Mora yarımadasında buluna 46000 Türk insanı
piskoposun emriyle 1 hafta içinde kılıçtan geçirilerek katledilmişlerdir.
Atının üzerinde ölülerin üzerine basarak kent meydanına gelerek Yunan devletini
ilan ediyorum demiştir. Bu gibi oyunlar daha sonraları diğer adalarda denenmiş,
en sonuncu Kıbrıs’ta denenmiş, Kıbrıs’ın ikiye bölünmesi oluşturulmuştur. Bu
davranışlar insana sevgisizlik, iyi ve güzel nitelikleri olmayan insan
davranışları ve insanlara saygısızlıktır.
Yurt sevgisi, davranış
Mesleki sevgi, davranış
Aile sevgisi, davranış
Kişisel sevgi, davranış
Uluslar sevgisi
Yurt
Sevgisi
Eski Türklerde yurt sevgisi çok güçlüydü. Hiç bir
Türk kendi milleti ve yurdu için, yaşamını ve en sevdiği şeylerini vermekten
çekinmezdi. Nereye giderse gitsin yurdunu unutmazdı, çünkü atalarının mezarı
oradaydı. Çocukluk yaşamı, baba ocağı, ana kucağı hep orada bulunuyordu.
Türk’ün yurtseverliğine en önemli örnek olarak, Hun devletinin kurucusu Mete’yi
gösterebiliriz. Mete Han yurdu için atından, eşinden vazgeçti ama çorak bir yurt
parçasından benim mülküm değil, atalarımızın ve sonsuza kadar doğacak
torunlarımızın bu kutsal topraklar üzerinde hakları vardır diyerek düşmanın
isteklerini kabul etmemiş ve atını düşmana doğru sürerek, arkamdan gelmeyenler
idam olunacaktır diyerek Tatarların üzerine yürümüştür. Eski Türklerin gözünde
yurdun ne kadar değerli olduğunu, bu tarihi olaydan anlayabiliriz.
Eski Türklere göre, yurt, töre’ den yani ulusal
kültürden oluşuyordu. Kaşkarlı Mahmut’un Sözlüğünde sözü geçen ülkeden geçilir,
töreden geçilmez atasözü, ulusal kültüre verilen değerin yüksekliğini gösterir.
İl mi yaman bey mi yaman? Atasözü, egemenliğin hakanda değil ilde yani Millet
Meclis’inde olduğunu gösterir. Zaten il sözcüğünün asıl anlamı Barış demektir. Savaş
barış kararlarını kurultay verirdi. Büyüklüğüne göre halkı İl, şölen, kurultay
(Millet Meclisi niteliği) yönetirdi. Hakanı kurultay seçer veya indirirdi. Yani
Millet Meclisi her zaman vardı Atatürk bu geleneği devam ettirmiştir.
Hakanlar
her zaman barıştan yana ol muşlar, barış isteyen tarafı reddetmemişler,
Atatürk’te yurtta barış, dünyada barış demiştir. Orhon kitabesinde Türk Hakanı şöyle diyor: “ben
hakan olunca, gündüz oturmadım, gece uyumadım, Türk milleti açsa doyurdum,
çıplaksa giydirdim, fakirse zengin ettim. Türk milleti de hakanını kaybettiği
zamanlarda, Devletli bir millettim.
Devletim ve ululuğum hani? Hakanlı bir millettim hakanım hani? Hangi hakana
işimi gücümü vereyim? Diye sızlanırlardı.” Milletle hakan arasındaki ilişkinin
ne kadar içten olduğu, bu tümcelerden anlaşılabilir. İşte eski Türklerde yurt
sevgisi bu derece yüksekti.
Türkler, toplumsal sınıflar arasında tam bağımsız
bir yaşama sahip olan toplumsal düzen niteliğinde görünen, ancak, ancak millet
veya yurt verilen topluluktur. Aileler bu toplumsal düzenin hücreleri, meslek
sınıfları ve organlarıdır. Yurt sevgisi diğer bütün( toplulukların sahip
oldukları) değerlerden daha üstündür, olması da gerekir.
Özellikle bizim gibi toplumsal, politik, dini
düşmanları çok bulunan milletlerin, en büyük dayanağı yurt sevgisi olmalıdır.
Yurt sevgimiz yüksek, kuvvetli olmazsa ne bağımsızlığımız ne özgürlüğümüz ne de
yurdumuzun bütünlüğünü sağlayabiliriz.
O
HALDE TÜRKÇÜLÜK, HER ŞEYDEN ÇOK, MİLLET VE YURT ÜLKÜSÜNE DEĞER VERMELİDİR
Meslek
Sevgisi, Mesleğe Saygı
Türklerde mesleğe sevgi ve saygı çok gelişmiştir,
toplum yaşamının en önemli değeridir mesleğe sevgi. Üreten, üretilen her şey
sevginin eseridir. Yaptığınız iş güzel, güzel görünümlü, sevilmesi yaparken
sevgimi de kattım la oluşur. Mesleğine âşık, gönül bağı ile bağlı, tutkulu
olmak Türk olmaktır. Atatürk’ün de gibi Türk yüksek karakterlidir. Sevgisi bol,
saygısı da boldur.
Aile
Sevgisi
Türklerde, ailenin dört derecesi vardı; boy, soy, börkün,
bark. Boy: Oğuzlarda aile adı boy adıydı. Korkut Ata, Kaşkarlı Mahmut kitabında
şöyle diyor; bir insanın kim olduğunu anlamak için hangi boydansın diye
sorulurdu. Bununla beraber boy adının ön addan sonra geldiği de olurdu, Yunus Emre’deki
Emre sözcüğü Oğuz boyunun Emre(imre) boyundan olduğunu anlatır. Oğuzlarda her
boyun kendisine özgü bir Damga’sı, bir Ongur’u, bir Söyük’ü vardır. Oğuzlarda
her boy sürülerini kendi damgalarıyla işaretlerdi. Bu durum bugün de devam
etmektedir. Yakutlarda boya sip adı verilirdi, sonraları bu sözcük sop biçimini
almıştır. Toprak mülkiyeti Sip’e aitti, gerektiğinde insanlar arasında eşit
paylaşım, yardımlaşma çok önemliydi. Fakirler arasında, evlilikte yardımlaşma,
kendisinde büyük olana saygı küçük olana sevgi duyarlardı. Boyun hem ana, hem
de baba boyu şekilleri vardı.
Soy; Soyda hem ana tarafından, hem de baba tarafından akraba olanlar
vardır. Bunlara ana soyu, baba soyu denirdi ve bunlar birbirlerine eşitti,
bugün bile Harezm’deki Türkmenlerde bir kız, hem babası hem anası Türkmen
olmayan bir erkeğe varmaz. Çünkü erkeğin yalnız babasının Türkmen olması soylu
olması için yeterli değildir. Tümüyle soylu olması için, anası, babası Türkmen
olmalıdır. Bu kural devam etmektedir.
Törkün: Kaşkarlı Mahmut’a göre, bir evde oturan
asıl aileye, Türkler törkün derlermiş. Türküne ait akrabalık terimleri, boy
içindeki akrabalık terimlerinin tersine olarak, kişisel yakınlığı gösterirler:
Akan--- Baba, Öke--- Ana, Er--- Koca, Hatun--- Karı, Oğul--- Erkek evlat, Kız---
Kız evlat demektir. Törkün; Türklerde “Baba Ocağı dediğimiz şeydir.” Türkler,
yurt gibi baba ocağını da unutmazlardı. Yurttan ve ocaktan uzaklaşsalar da,
yurt ve baba ocağı sevgisini kaybetmezlerdi.
Bark: Eski Türlerde, bir delikanlı evlenecek yaşa
gelince, bir kahramanlık sınavı geçirerek, olgunlaşmış değeri alarak vatandaş
hukukuna sahip olurdu. Evleneceği sırada, aile malından mirasını peşin alır,
kız tarafının verdiği çeyiz ve hediyeler birleştirilerek, ortak bir ev sahibi
olurlardı. Yeni kurdukları bu evin adına BARK denirdi. Evlenmek ve ev bark
sahibi olmak denilmesi de bundan dolayıdır. Çadırları beyaz, ona ak ev derlerdi
ve karı ve kocanın ortak malıydı. Bu nedenle evin erkeğine ev ağası denildiği
gibi, kadına da ev kadını denilirdi.
Kadına bakış: kadın, şölenlerde, kurultaylarda,
ibadetlerde, törenlerde, savaş ve barış toplantılarında mutlaka hakanla beraber
bulunurdu. Kadınlar, örtünmeğe ait hiçbir şarta bağlı değil, hakanın hükümette
ortağı olan kadına Türkan denilirdi. Hatun, hakan sülalesinde bütün
prenseslerin ortak unvanıydı. Türkan’ın da mutlaka hatunlardan olması
gerektiğinden ona da sadece hatun denirdi. Eski Türklerde eş yalnız bir tane
olabilirdi. Kadınlar, genellikle amazondurlar, binicilik, silahşorluk, kahramanlık
yaparlar, doğrudan doğruya, hükümdar, kale muhafızı, vali, elçi olabilirle,
sırada ailelerde de ev, ortak olarak karı kocaya aittir. Çocuklar üzerinde ki
velayet ana, babaya aittir. Erkek her zaman karısına saygı gösterir; onu
arabaya bindirerek kendisi arkadan yürürdü. Kahramanlık eski Türklerde genel
bir yapıdır. Kadın haklarına saygı genellikle çok önemli ve erkeklerin sahip
oldukları tüm haklara sahiptiler. Ana soyu ile baba soyu da eşittir. Görüldüğü
gibi insana, kadına saygı Türklerde her zaman vardır. Müslüman olunduktan sonra
bozulan bu denge Atatürk devrimleriyle tekrar geri döndürülmüştür. Bugün
çeşitli sıkıntılar olmasına rağmen sürdürülmektedir.
Cinsiyet,
Cinsel Tutum Ve Davranışlar
Tarihteki Türkler cinsi davranış ve tutumlar çok
yüksekti. Yakutlarda, Ayzıt(Turan) adını verdikleri doğum tanrıçası vardı,
doğum zamanında yardımcı olduğu düşünülürdü. Ayzıt iyi insanların yardımcısıydı.
Ayzıt’a özgü yaz bayramları yaparlar, en güzel giysilerini giyer, en sevdikleri
yemekleri yapar, herkesin yüzü neşeli, şen ve gülümser olurdu. Gençler Ayzıt
için şarkılar söylerlerdi. Güzel tutum ve davranışlar göstermeyen kadın ve erkek
bu törenlere alınmaz ödüllendirilmez cezalandırılırdı. Bunlardan anlaşılacağı
üzere, tarihte Türkler dürüst insani değerlere çok önem veriyorlar ve insanları
dürüstlüğe yönlendiriyor, sorumluluk veriyorlardı.
Tarihte Türk insanları kadın erkek ayrım
yapılmadan, tamamen özgür, serbest olurlar boş işlerle uğraşmazlardı. Selçuklu prenseslerinden
biri, Kazvin kentinin sahibiydi. İlkbaharda kentin kenarında çimenliğe gelir
otağını kurar, halkıyla birlikte olurdu. Kendi örgülerini kendi örer, kentin
kadınlarıyla toplanır, sorunlarını dinler, çözüm üretir maddi yardım yapardı.
Örgü ören prenses kadınlar tarafından yadırganınca, prenses şunu söyler; benim
ailemde ki kadınlar boş oturmaz; benim gibi, işlerini kendileri yaparlar. Biz
Sultanlar bu işlerle uğraşmazsak, ne işle uğraşacağız, havadan sudan şeylerle
mi? Böyle bir şey soyumuza yakışmaz. Biz devlet işlerini bitirdikten sonra, boş
kalmamak için, her kadın gibi, hep el ve ev işleriyle uğraşırız. Bu işler,
bizim soyumuz için ayıp değil, büyük şereftir.
İşte,
tarihte Türk kadını böyle düşünür böyle yapardı.
Toplumsal ve Kişisel Hukuk
Toplumsal ve kişisel davranışların insani
değerlerde olumlu ve olumsuz olmak üzere, iki amacı olmalıdır. Olumsuz amaçta
esas adalettir, adalet kişilik haklarına hiçbir biçimde saldırmamaktır. Olumlu
amacın özü ise, kişilere sevgi ve sürekli iyilik etmektir. Tarihte Türklerin
tanrısı Gök “BARIŞ” tanrısıdır, aynı zamanda adalet ve sevgi anlamı taşır. Türk
tarihi bu anlamda yüksek değerlerle doludur. Türklerin barış tutkusunu
değerlendirirsek ki, bunu din olarak da görürlerdi, bugünkü insani davranışlara
temel olacak çok sayıda simge buluruz.
TÜRK TÖRE ’sinin içeriği de budur. Buradan görülüyor ki Türkçülüğün
önemli bir amacı da, toplumsal ve kişisel davranış kurallarını insani değerlere(hukuka)
yükseltmektir. Yurt, meslek, aile, davranışlarının kişisel ve toplumsal en üst
insani değerlere( modern hukuki değerler) yükseltilmesi en büyük amaçtır.
Uluslararası
Hukuk
Tarihte Türkler barış dinine bağlı oldukları için,
başka toplulukların dini, politik, kültürel değerlerine saygı duyarlardı.
Kendilerine iç il ve başka topluluklara dış il diye adlandırır, tüm
toplulukları bir barış dairesi içerisinde, ulusların birliği olarak görürlerdi.
İl sözcüğü Türklerde barış dairesi anlamında kullanılırdı. Türklerin, yenilmiş
uluslara sonradan kapitilasyon adıyla başına bela olacak olağanüstü
ayrıcalıklar sunmaları Türk kültüründeki uluslararası birlik fikrinin bir
sonucudur. Uluslar topluluğu şimdiki gibi yalandan değil, gerçekten oluşursa
bunun en içten üyesi hiç kuşkusuz Türkiye devleti ve Milleti olacaktır. Çünkü
geleceğe ait bütün gelişmeler, tohum halinde Türk kültüründe (töre) vardır.
Özetle, her milletin yeryüzünde gerçekleştirdiği
tarihi ve kültürel özellikleri vardır. Türk milletinin özelliği ise; toplumsal
ve kişisel insani değerleri gerçek seviyesine çıkarmak, en olamaz sanılan içtenliğin,
vericiliğin ve kahramanlıkların var olabildiğini kanıtlamaktır.
Kısaca son söz; Bu bölümde anlatılanlar, yurtiçi
insanlarımıza ve yurt dışı insanlarına aynen uygulamaktayız. En önemli
söylenebilecek söz; DEMEKK Kİ BU DAVRANIŞ TÖRE YAPIMIZDAN GELİYOR.
Hukukta
Türkçülük
Çağdaş devlet oluşturmak; Töremize dönmek
yeterlidir. Çağdaş devlet olmanın tüm koşulları töremizde vardır Uluğ Başbuğ
Mustafa Kemal Atatürk bu nedenle “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” demiştir.
Milletin bu yetkilerini sınırlayacak ve kısacak hiçbir engel yoktur.
Tüm insanlar eşittir, ayrım yapılamaz.
Yönetim baskılarının engellenmesi için; “Sivil
Toplum Örgütleri” kurulur ve desteklenir.
Evlilikte, meslekte, politikada, mirasta eşitlik
ve insani değerler öne çıkarılır.
Dinde
Türkçülük
Dini Türkçülük; din kitaplarının, dini
açıklamaların, ezanın Türkçe olması demektir. İnsan okuduğunu, işittiğini,
yazdığını, hissettiğini anlayamasa mutsuz ve ümitsiz olur. Türklerin dini
ayinlerden sonra, dinledikleri Türkçe dualar ve açıklamalar sonrası içsel ve
dışa vurdukları davranışlar, söylenenleri anladıkları içindir.
Düşünbilim de Türkçülük
Politikada Türkçülük
Politikada Türkçülük
Türkçülük, politik bir parti değildir, bilimseldir,
felsefidir, halk için güzel bir biçimdir, yoldur. Başka bir deyişle, kültürel bir çalışma ve
yenileşme yoludur. Bu nedenledir ki Türkçülük, şimdiye kadar bir parti şeklinde
politik mücadele hayatına atılmadı. Bundan sonra da, şüphesiz atılmayacaktır.
Bununla beraber, Türkçülük politik düşünceye
kayıtsız da kalamaz. Örneğin, Türkçülük hiçbir zaman baskı rejimi ile bağdaşmaz.
Türkçülük modern bir akımdır ve ancak modern niteliği olan akımlarla ve
düşüncelerle bağdaşabilir. İşte bu nedenledir ki, Türkçülük, 1920'li yıllarda
Cumhuriyet Halk Partisine yardımcıdır. Cumhuriyet Halk Partisi egemenliği millete,
yani Türk halkına verdi, devletimize Türkiye ve halkımıza da Türk Milleti
isimleri bağışladı. Cumhuriyet devrimlerine kadar devletimizin, milletimizin, dilimizin isimleri Osmanlıca idi. Türk
kelimesi ağıza alınmazdı. Hiç kimse, “Ben Türküm” demeye cesaret edemezdi. Son
zamanlarda Türkçüler öyle bir iddiaya kalkıştıkları için sarayın ve eski
kafalıların nefretini üzerlerine çektiler. İşte Cumhuriyet Halk Partisi'nin
annesi olan müdafaa-i Hukuk Cemiyeti büyük kurtarıcımız Uluğ Başbuğ Mustafa
Kemal Atatürk’ün doğru yolu göstermesi ve öncü olmasıyla bir yandan Türkiye'yi
düşman saldırılarından kurtarırken öte yandan da devletimize, milletimize,
dilimize gerçek isimlerini verdi ve politikamızı baskıcı rejimlerin ve yabancı
unsurlar politikasının son izlerinden kurtardı. Hatta diyebiliriz ki müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti hiç haberi olmadan Türkçülüğün politik programını uyguladı. Çünkü
gerçek birdir iki olamaz Türkçülükle halkçılığın sonunda aynı programda
birleşmeleri, ikisinin de amaca ve gerçeğe uygun olmasının bir sonucudur. İkisi
de tam gerçeği buldukları içindir ki, tümüyle birbirleriyle uyuştular. Bu aynılığın
bir yansıması da şudur ki, bütün Türkçülerin hiçbiri dışarıda kalmamak üzere
Anadolu Savaşı'na katılmaları ve onun en ateşli savunucuları olmalarıdır.
Türkiye'de güven kılıcı halkçıların elinde ve bilginin kalemi de Türkçülerin
elinde idi. Türk vatanı tehlikeye düşünce bu kılıçlar, bu kalemler birleştiler.
Bu birleşmeden bir toplum doğdu ki adı Türk Milletidir.
Gelecekte de, daima halkçılıkla Türkçülük el ele
vererek ülkülerine doğru beraber yürüyeceklerdir. Her Türkçü politika alanında
Halkçı kalacak, her halkçılığı da kültür sahasında Türkçü olacaktır. Biz de buna benzeterek şu ülküyü ortaya
atabiliriz. Politikada mesleğimiz
halkçılık ve kültürde mesleğimiz Türkçülüktür.
Düşünbilimde
(felsefede) Türkçülük
Bilim;
gerçektir, doğaldır ve uluslararasıdır. Bundan dolayı, bilim de
Türkçülük olamaz. Fakat felsefe, bilime dayanmış olmakla beraber, bilimsel
düşünceden başka türlü bir düşünce biçimidir. Felsefenin doğal ve olumlu
sıfatlarını kazanabilmesi, ancak bu sıfatlara sahip olan bilimlere uygun olması
nedeniyledir.
Bilimin kabul etmediği hükümleri felsefe
kanıtlayamaz. Bilimin kanıtladığı gerçekleri felsefe ortadan kaldıramaz.
Felsefe, bilime bu iki kural ile bağlı olmakla beraber, bunların dışında
tümüyle özgürdür. Felsefe bilimle
çelişkiye düşmemek şartıyla, insan için umut, heyecan, teselli verici, çok
mutluluk veren, tamimiyle yeni ve doğal varsayımlar ortaya koyabilir. Zaten, felsefenin
görevi bu gibi varsayımları ve görüşleri arayıp bulmaktır. Bir düşünbilimin
değeri; bir taraftan doğal bilimlerle uyumlu olması, diğer yönden düşünce,
umut, heyecan, esin ve mutluluk vermesi ile ölçülür. Demek ki felsefenin bir
bölümü somut, diğer bölümü soyuttur.
Buna göre felsefe, bilim gibi, uluslararası olmak zorunda değildir.
Ulusal da olabilir. Bundan dolayıdır ki her ulusun, kendisine göre bir düşünce
yapısı vardır.
Bundan dolayıdır ki Türkçülük bir düşünce
bilimidir.
Türklerde halk düşünce yapısı, yani felsefesi
diğer ülkelerden yüksektir. Bir komutan için karşısındaki düşman ordusunun ne
kadar askeri ne kadar silah ve cephanesinin olduğunu bilmek çok yararlıdır.
Fakat onun için bunlardan çok daha önemli bir şey vardır ki, o da karşısındaki
düşman ordusunun düşünce yapısını bilmektir. Bu sorunun yanıtı Çanakkale,
Sakarya ve Kurtuluş savaşında gizlidir. Türkler bu savaşlar da düşmanı yenmelerinin
nedeni silah ve ekonomik güçleri değildi, sahip oldukları düşünce yapılarıydı
yani felsefeleriydi.
Şunu söyleyebiliriz; ekonomik ve silah bakımında
batılı milletlerden geride olabiliriz ancak uygarlıkça onlardan çok çok eski,
çok güçlü ve daha iyi durumda olduğumuz için hiç şüphemiz yoktur, gelecekte yerküre
egemenliğine yine biz geçeceğiz. Türkler
gelecekte, kültür ve uygarlıklarıyla yine lider olacaktır. Buna neden olarak;
İskit, Saka, Eti, Sümer, Mısır, Etrüsk Uygarlıklarını gösterebiliriz.
Son yıllarda bulunan Göbeklitepe, Alacahöyük,
Çatalhöyük, Harbetsuvan Tepesi yaklaşık 14.000 yıllık tapınak alanları ve
dikilitaşları ile Uygarlıkların bizim atalarımızın kültürü olduğu ve aynı
kültürle bugün yaşamaya devam ettiğimiz çok açıktır. Tüm bu tarihi uygarlıklar
Anadolu ve çevresindedir. Biz Anadolu’nun binlerce yıllık yerlisiyiz. Bunları
yerküre bilim insanları çok iyi biliyor ve dalaverelerle, yalanlarla, oyunlarla
bu gerçekleri çarpıtıp eski hırsız yunan ve roma, dolayısıyla da kendilerine
mal etmeye çalışıyorlar. Gerçekler kapatılamaz, güneş balçıkla sıvanamaz.
Türk ulusu çok güçlü olmasaydı binyıllardır
yaşayamazdı, Türkçülük düşüncesi önüne koyulan bütün engelleri aşıyor. Kendine
güven düşüncenin en önemli yanıdır. Bu topraklar bizimdir, biz savunmadayız.
Saldıran düşünsün diyorum.
Yukarıdaki kanıtlar gösteriyor ki Türklerde,
yüksek düşünce çok ileridir, halkta düşünce ise, ürettikleriyle( sanat, töre, halk
şiiri, gök bilim, yer bilim, yaşam biçimi, güneşe saygı, güneşle oluşum,
güneşle yaşam, doğa olaylarını tanıma bilme saygı duyma vb.) çok daha ileridedir.
Amacımız, düşüncede Türkçülük, Türk halklarındaki düşünce yapısını, bin yıllardır
var olan bu güzel özelliğin ortaya çıkarılarak insanların kendilerine olan güvenlerine
kazandırmaktır.
Ey, Türk genci! Bütün bu yapılanlar, senin daha
iyilerini yapman için yeterli kanıttır. Bin yıllardır yapılanlar sende
içselleşmiş değerlerdir. Bu değerler senin en büyük bilgi dağarcığındır.
Yolun bilim ve insanlık yoludur.
19 Ocak 2020
İzmir
Yorumlar
Yorum Gönder