TÜRK İNSANININ SAPLANDIĞI ÇIKMAZIN NEDENİ ARABIN MİLLİYETÇİLİK TUTUMU
TÜRKÜN MİLLİ BENLİKTEN YOKSUNLUĞU ARABIN MİLLİYETÇİLİK TUTUMU
(ÇIKMAZ SOKAK)
TÜRK İNSANININ SAPLANDIĞI ÇIKMAZIN NEDENİ; İslamiyet ile
Türk kültürünün bağdaşmaması ve şeriat içerisinde Türklük benliğini korumanın mümkün
olmamasıdır. Türkün hem İslam’ı hem de
aynı zamanda Türklük benliğine ve niteliklerine sahip kalması düşünülemez.
Türk insanı, ya şeriatı kenara itip Türkün kendi değer ölçülerine, öz
niteliklerine ve geleneklerine sahip çıkmalı ya da şeriata gömülüp Türkü "Türk"
yapan ne varsa her şeye "hayır" demelidir.
İslam’ı kabul tarihinden itibaren Atatürk'e gelinceye dek
olan tarih içerisinde, şeriat yüzünden Türklük benliği ve bilinci yitirilmiş ve
Atatürk'le birlikte şeriat arka plana atılabildiği için milliyetçilik ve
uygarlık düzenine geçilebilmiştir.
Özetleyecek olursak: Türkün İslam öncesi yaşamındaki nitelikleri
arasında "akılcılık, hoş görülülük, özgürlük ve eşitlik duygusu, kadını
(hem de devletin başına getirecek kadar) haysiyetli ve erkeğe eşit bir değer ve
varlık sayma" geleneği vardır. Bu niteliklerin (ve özellikle
"akılcılık ve kadını değer bilme" geleneklerinin) her biri, başlı
başına gelişme ve uygarlaşma iksiri denebilecek şeylerdir. Batıdaki gelişmenin
nedeni “RÖNESANS” demek “akılcılığa dönüştür.” Hür düşüncenin egemenliğidir.
İslam öncesi ve İslam sonrası şöyle anlatılabilinir; bu
yaşam biçimleri Türkler için birbirine zıttır, birbirini yok eden olgulardır.
Birisi aklı üstün ve gerçeklere götüren yol bilir, diğeri ise aklı geri plana
itendir; birisi düşünce ve yaşam özgürlüğünü öngörendir diğeri ise bu özgürlüğü
şeriat emirlerine feda edendir; birisi hoşgörüyü benimseyen, diğeri bağnazlığı
emreden; birisi kadını yücelten diğeri küçülten olmuştur.
Aklın ve mantığın kabul edemeyeceği emirlere bakın: Sayısız
denecek örneklerden sadece bir kaçı;
Ölü ile ya da hayvanla cinsi münasebette bulunan kişinin kaza orucu tutması
gerekir.
İslam’dan gayrı bir dine yönelen sapıktır.
Eğer farklı inançta iseler baban ve kardeşin de olsa onlarla teması kes.
Tanrıya ortak koşanları nerede görürsen öldür.
Şeriat öncesi dönemde eşitlik duygusuna sahipken, şeriat sonrası dönemde Kuran’ın ve biz Allah'ın aramızdan seçip lütfettiği
bunlar mı demeleri için halkın bir kısmını, bir kısmıyla deneriz. (K. 6 En'âm Suresi, ayet 53)
Allah rızık bakımından bir kısmınızı bir kısmınıza üstün etmiştir. (K. 16 Nahl
Suresi, ayet 71) şeklinde hükümleri insanlığın eşitlik ve adalet duygularını yitirmiştir.
Bir tarafta hiçbir şeye gücü yetmeyen bir köle, bir tarafta da bol rızık
verdiğimiz birisi olsa, bu ikisi denk olur mu? Şükür Allah'a ki eşit
değildir" (K. 16 Nahl Suresi, ayet 75 şeklinde hükümleri gereğince
köleliği dahi doğal bulur olmuştur.
Şeriat öncesi dönemde Türkler kadını serbest, özgür ve
haysiyetli bir insan bilirken, iktidar
sahibi dahi yaparken, şeriat sonrası dönemde ise Muhammed kadını hor gören ve
küçülten, erkeğin kölesi haline getiren ve nihayet siyasal haklardan yoksun
eden emirler vermiştir. Şöyle ki; Kadınlar aklen dün yaratılmışlardır, çünkü
Kur'an'da 'iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir' diye
yazılmıştır, kadınlar dinen de dün
durumdadırlar, çünkü “Tanrı onları adet görecek şekilde yaratmış ve âdet
gördükleri zaman oruç tutmalarını yasaklamıştır” şeklindeki sözlerine uyarak,
kadını toplumdan atmıştır. Bu listeyi bu şekilde uzatmak ve koca bir kitap
haline getirmek mümkündür.
İslam Türklere "Kuran ve peygamber emirleri dışında
davranamazsın, düşünemezsin, aklını kullanamazsın" derken, Türk insanı
için buna karşı direnmek ve örneğin "Hayır, akıl en büyük rehberdir, benim
geleneklerim arasında akılcılık vardır, akla ters düşen emirlere uymayacağım"
demek mümkün olamamıştır. Çünkü bunu yapmak dinsizlik sayılmıştır. Sınırsız
şekilde çoğaltılabilecek bu örneklerin ortaya koyduğu sonuç odur ki, Türkün ulusal
kaderi açısından şeriat bir felaket kaynağı olmuştur.
Şeriat ve Kadın, Kaynak Yayınları, İstanbul,
Hiç kuşkusuz Kuran, din adına savaş yapmayı ve cihada
katılmayı İslam’ın şartı yapması ve yine bunun gibi bir yandan yağma, talan ve
ganimet vaatleriyle ve diğer yandan cennetteki "memeleri yeni sertleşmiş
yaşıt kızlara, kara gözlü, cilveli, şirin sözlü hurilere vs. kavuşturma
ümitleriyle savaş ruhunu güçlendirip pekiştirmiştir. Kişiler için ölümü hiçe sayıp askeri
kahramanlıklar ve şahlanmalar yolunu açmıştır. Fakat unutmamak gerekir ki, bir
toplum için övünülecek şey savaş değildir, düşünce, kültür, akıl ve zekâ
üstünlüğüdür, haysiyet ve benlik gelişmesidir. Ne hazindir ki, Türk toplumu
bütün bu güzel nimetlerden şeriat nedeniyle yoksun kalmıştır.
A) Şeriatın Tüm Kötülüklerini ve İslam Tarihinin Tüm
Olumsuzluklarını Temsil Durumunda Kalan Türk
Şeriat uygulaması içerisindeki Türk; öylesine bir çıkmaza ve
çaresizliğe saplanmıştır ki, bu düzenin bütün kötülüklerini yüklenmek
zorunluluğunda kalmış Arap bütün olumsuzluklarının sorumluluğunu Türk’e
yamamıştır. Örneğin İslam uygarlığının İslam dini sayesinde yaratıldığını,
fakat bu uygarlığın Türkler tarafından yok kılındığını, İslam’da kölelik diye
bir kuruluş olmadığını, fakat köleliğin Türkler tarafın dan İslam’a
sokulduğunu; İslam’ın kadına hak ve değer tanıdığını, fakat bu hakların Türkler
tarafından kaldırıldığını vs... inanılmaz bir kurnazlıkla iddia eder olmuştur.
Bunu yaparken, Türkün bu tür iddiaları cevaplandırmasının ve savunma yollarına
başvurmasının kolay olmadığını, çünkü böyle bir şeye kalkışacak olursa İslam
ile çatışır durumda kalacağını hesaplamıştır. Basit bir örnekle açıklamak
gerekirse, "kölelik" kuruluşunu ele alalım. Arap milliyetçisine göre
kölelik İslam’ın reddettiği bir kuruluştur; fakat buna rağmen Türkler İslam’a
köleliği sokmuşlardır. Böyle bir iftiraya yanıt vermek kolaydır. Daha önce de
değindiğimiz gibi, Muhammed "köleliği doğal" bir kuruluş olmak üzere
yerleştirmiş ve bununla ilgili olarak Kur'an'a hükümler koymuştur: Cennet tanımları
için bkz. K. 78 Nebe Suresi, ayet 32-34; K. 56 Vâkıa Suresi, ayet 15-38; K. 76
Dahr (Insan) Suresi, ayet 12-21; ayrıca bkz. İlhan Arsel, Şeriat
Devleti'nden.... Kaynak Yayınları, İstanbul, 1997, s.655 vd.
İslam, din konusunda her türlü eleştiriyi, tartışmayı
yasaklamıştır. Bu yasağa uymayanlar İslam’ın düşmanı sayılır, en azından
dinsizlikle suçlanır. Bu ise Müslüman Türk bakımından korkulacak bir sonuçtur.
İslam düşmanı sayılmaktansa iftiraya katlanmaya ve Türklüğünü unutmaya
hazırdır. İşte Arap milliyetçisinin ve ona destek Türk şeriatçısının hesapladığı
da budur.
Türkü "Araplaştırmak" ve kendi öz niteliklerine
yabancı kılmak için Kuran da ve yazılanlarda ki hükümler Tanrı'dan ve
Muhammed'den gelmedir diyerek Türk’e kabul ettirebildikleri sürece iktidar ve
saltanatlarını artıracaklardır. Araplık ruhu ve çöl zihniyetiyle yoğurdukları
dimağlar, muhakeme gücüne sahip değildir ki, onlarla savaşabilsin ya da
tartışabilsin. O körpecik ya da nasırlaşmış beyinlerden, müspet düşünme ve
mantık yolunu deneme gayretini bekleyemezsiniz. Ne din okulunda, ne camide ve
ne de hiçbir yerde Müslüman Türk şeriat hükümlerini eleştiremez. Örneğin; kalkıp da, "Hoca Efendi, Tanrı'nın
Arapları bütün insanlara üstün kıldığını, Kuran'ı Arapça indirdiğini, peygamberini
Araplardan seçtiğini vs. söylüyorsun,
ama neden Tanrı Arap’ı ve hem de çöl bedevisini tercih etsin de Arap’tan daha
faziletli, daha dürüst, daha mert, daha insancıl ve kadına saygılı başka bir
ulusu, örneğin Türkü seçmesin? Neden Türk’ten bir peygamber çıkarmasın ve Türk’e,
Türkün dili ile Türkçe hitap etmesin de anlamadığı Arapça ile etsin? Neden
Türkü küçültsün de Arabı yüceltsin? Tanrı bu derece keyfi ve bu derece değer
ölçülerinde yanılmış olabilir mi?" şeklinde konuşmasını isteyemezsiniz.
İsteyebilmeniz için her şeyden önce bu ülkeye "serbest
düşünceyi” getirmeniz, İslam’ı eleştirme ve yerme geleneğini yerleştirmeniz ve
böylece Türkü şeriatçının yalanlarına, aldatmalarına ve kandırmalarına karşı
"hayır" diyebilecek kerteye eriştirmeniz şarttır.
Bitmeyen Tehlike ( ÇOCUKLARA ŞERİAT EĞİTİMİ)
Eğer siz Türk yavrusunu, o küçücük yaşlardan itibaren şeriat
eğitimine tabi tutar ve yoğurursanız ve örneğin bu kitap boyunca bazılarını
belirttiğimiz şeriat hükümlerini kafasına ve ruhuna sokacak olursanız, sonuç
sizi şaşırtmamalıdır.
Türk yavrusuna siz bir de Arapçayı öğretiniz ve bakınız
nasıl bir insan tipi oluşturursunuz. Bu
dile vakıf olarak o; eline geçireceği
Arapça kitapları yani Türk’ü hem Arap’a ve hem de diş âleme ve özellikle Batı'ya
karşı "uygarlık düşmanı" ya da "ayağını bastığı yeri
kurutan" ya da "İslam’ı uygarlıktan uzaklaştıran" ya da buna
benzer olumsuz tanımlamalarla dolu kitapları okusun ve bu kitaplardaki
yalanlara karşı çıkabilecek bilgilerden yoksun kalsın da, görünüz bakınız nasıl
bir kuşak yetiştirmiş olursunuz. Şeriat
eğitimine "paydos" diyebilen Atatürk'ün büyüklüğünü biz bugün inkâr
ededuralım. Fakat şunu bilelim ki, şeriatçının ellerine terk ettiğimiz
yavrularımız, çağdaş uygarlık anlayışından, akılcılıktan ve milli benlik duygusundan
yoksun olarak yakın bir gelecekte karşımıza dikilecek ve bizlere Atatürk
ilkelerine bağlılığın suç olduğunu haykıracaklardır.
C) Gözlerimizin Önünde İşlenen Cinayet
Gözlerimizin önünde işlenmekte olan ve Türkü mezara
götürebilecek olan bir cinayet var ki, bunu bir yandan cehaletimiz yüzünden
göremiyor ve diğer yandan da okumuş sayılanlarımızın bir kısmının küskünlüğü ve
nemelazımcılığı ve diğer bir kısmının da çıkarcılığı nedeniyle önleme yolunu
düşünmüyoruz. Yaşları 10 ile 20 arasında yüz binlerce Türk yavrusunun devam
ettiği Kur'an kurslarında ve dini okullarda Türk çocuğu bugün hem fikren ve hem
ruhen çöl felsefesinin ve yaşantısının insanı olarak yetiştirilmekte ve milli
benliği yitirici bir eğitimin kurbanı olmaktadır.
"Kavm-i necib" diye kendilerine tanıtılmak
istenilen Arabın, İslam toplumları içerisinde neden dolayı üstün ve imtiyazlı
duruma sahip olduğu masallarını, Kuran ve hadis hükümlerinin telkin ve tehdit
edici baskısı altında öğrenmektedir. 1938 sonrası, şeriat eğitimine güç vermek
için Kuran kursları, mescitler, camiler açmak laik Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin
başlıca amacı haline gelmiştir. Böylece bu problemde ortadan kalkacak."
Atatürk'ün canını dişine takarak akılcılığa, müspet ahlak ve uygarlığa ve
benlik duygusuna götürdüğü ve "insanlık camiasının bir üyesi" olma
gururu ile övündürdüğü bizim kuşak, şimdi yeni kuşakların çağdışı kafa ve ruh
yapısı ile eğitilmekte oluşunu büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk içerisinde
seyretmektedir.
Türk yavrusunun ve insanının bugün şeriatçının elinde, tıpkı
Cumhuriyet döneminden önce olduğu gibi, yine yaratıcı zekâdan uzak, yine gökten
inme emirleri tek gerçek sayan ve her şeyi din açısından ölçüye vuran birer
yaratık şeklinde yetiştirilmelerini içi kanayarak izlemektedir.
Ama hiç kuşku edilmemelidir ki, şeriatçının bu sahte
saltanatı bir gün gelip sönecek ve şeriatın insan beynini eriten tılsımı mutlaka
sona erecektir. Yüzyıl da geçse, bin yıl da geçse ve hatta Türkün eceli de
gelse, insan aklına meydan okuyan şeriat mikrobunun sonu gelecektir. Del
Vechhio'nun dediği gibi; "Sınırsız şekilde gelişmeye uygun bir insan beyni
olduğu sürece, gericilik daima ezilecektir"
İlhan Arsel
Arap Milliyetçiliği Ve Türkler Kitabının 581-588 sayfalarından derlemedir.
Metin Cansız.
19 Eylül 2021
Yorumlar
Yorum Gönder